Helen

Yazları her defasında farklı bir yere tatile gitmeyi hedeflediğim yıllar geride kaldı. Gidip rahat ettiğim, deneyip memnun kaldığım yerlere tekrar gitmeyi tercih eder hale geldim. Yine sevdiğim bir tatil köyünde bir hafta geçirmek üzere Beldibi, Antalya’dayız. Antalya’nın o güzel Haziran’ını kaçırmak istemedik. Bu güzel mevsimi kaçırmak istemeyen birçok yerli ve yabancı ile birlikteyiz. Yeni kişilerle tanışıyoruz, sohbet ediyoruz ve öğreniyoruz ki birçok kişi yıllardır aynı mevsimde, aynı yere geliyor. Ancak tanıştığımız en ilginç kişi tatil boyunca herkesin maskotu olan Helen adında Fransız bir kadın. Helen 89 yaşında. Bir gece yemekte masamıza oturuyor  ve o zaman farkediyoruz Helen’i. Okul yıllarından kalan minicik bir Fransızcam var, çok gerekmedikçe kullanmadığım. Karşılıklı hepimiz birbirimize gülümsüyoruz. Kızım Helen’in yalnız olduğunu görünce ısrar ediyor “anne birşeyler konuşsana” diye. Kırık dökük Fransızcamla Helen’le tanışıyorum. Daha sonraki günlerde dostluğumuz karşılıklı “Bonjour”larla devam ediyor.

Tatil köyünün animasyon ekibinden bir kişi Helen’i himayesine alıp onu sürekli kolluyor; adeta özel müşteri muamelesi yapıyor. Ondan Helen’e dair başka şeyler öğreniyoruz. Kocası sıcağı ve güneşi sevmediği için evde kalmış köpeklerine bakıyor. Helen dönünce o da Fransız Alplerine tatile gidecek. Köpeklerinin en önemli özelliği, ne zaman Sarkozy televizyona çıksa havlamaya başlaması:) En komiği ise; birkaç yıl evvel yine buradan evine dönmek üzere uçağa binerken Helen şemsiyesini de alıyor yanına. Alandaki güvenlik görevlisi şemsiye ile uçağa binemeyeceği ve alanda bırakması gerektiğinde ısrarcı oluyor. Şemsiyesini bırakmayacağını ve hatta gerekirse uçmayacağını söylüyor Helen. İşin sonunda uçağa binmeden tatil köyüne geri dönüyor. Birkaç gün sonraki uçakla  uçuyor Fransa’ya. Şimdi de THY’nin grev haberlerini dikkatle takip ediyor ve grev olur da Antalya’dan uçak kalkmazsa, fazladan birkaç gün daha kalmanın hayalini kuruyor. Aslında ben de onun gibi birkaç gün daha fazla kalmanın hesabını yapıyorum ama o tatlı kaprisleri yapmak Helen’e yakışıyor!

Helen, her gece için belirlenen giyim koduna uymayı hiç ihmal etmedi. "Beyaz Gece" de beyaz elbisesi ile otururken.

Hakkımızda Bilmediklerimiz

Geçen gün birkaç arkadaşımı hakkımda konuşurken yakaladım! İyi ki de yakalamışım, en beğendikleri özelliğimin, yardımsever olmam olduğunu öğrenince hem şaşırdım hem de gururlandım. Evet, yardımsever olmak için özel bir çaba gösteririm ama hiç farketmeden bunun dikkat çekici bir özelliğim haline geldiğini öğrenmem güzel bir sürpriz oldu.

Genç bir yetişkin olarak özellikle yirmili yaşlarda insan kendisi hakkında duyduklarına epeyce şaşırabiliyor çünkü henüz taşlar yerine oturmamış ve kişisel farkındalık tam anlamıyla gelişmemiş oluyor. Geçen yıllarla birlikte öyle zamanlar geliyor ki insan kendinden bir hayli emin halde hakkındaki herşeyi bildiğini düşünmeye başlıyor. Peki gerçekten de hakkımızdaki herşeyi bildiğimize dair olan bu inancımız doğru mu?

1955 yılında iki bilim adamı, Joseph Luft ve Harry Ingram, insanların kendileri hakkında bazı şeyleri göremediklerini ya da bilmediklerini basit bir teori ile ortaya koymuşlar. “Johari Penceresi” denen bu teoriye göre kendimize dair bizim bildiklerimiz ya da başkalarının bildikleri dört ana alanda tanımlanıyor.

I.Açık alan: Kişinin kendisinin ve aynı zamanda başkalarının haberdar olduğu davranışları ve düşünceleri.

II. Kör Alan: Kişinin kendisi hakkında bilmediği ancak başkalarının onun hakkında bildiği davranış ve düşünceleri. Bu basit bir bilgi olabileceği gibi, kişinin doğrudan yüzleşmekte zorlandığı (ancak başkaları tarafından görülebilen) yetersizlik duygusu, yetkin olamama, değersizlik, reddedilme, vb. konular da olabilir.

III. Gizli (Saklı) Alan: Kişinin kendisinin bildiği ancak başka kişilerin bilmesini istemediği davranış ve düşünceleri.

IV. Bilinmeyen Alan: Kişinin kendisi tarafından da, başkaları tarafından da bilinmeyen davranış ve düşünceleri.

İster bir arkadaş sohbetinde,  ister kurumsal bir yapıdaki performans uygulamasında aldığınız geri bildirimlerin tümü çok değerli çünkü onlar “kör alanınızı” daraltırken, “açık alanınızı” genişletmenin en önemli yolu.

Görseller: Google Images

Öğrenmek, Para Kazanmak, Geri Vermek

Araya kısa ayrılıklar girse de otuz yıldır bu şehirde yaşıyorum. Hiç gitmediğim onlarca semti var hala. Hergün yeni bir şey keşfedebileceğiniz, yaşadığınız her anı dolu dolu geçirebileceğiniz bir şehir İstanbul. Hatta İstanbul’lu olmak kendi içinde anlamları, kodları olan birşey, size yaşarken ekstra avantajlar sağlayan bir durum. Bu benzersiz şehirle ilgili olumsuz bir şey söylemek içinden gelmiyor insanın, tek bir konu hariç “trafik”. Bazen trafikte geçirdiğim saatler o kadar fazla oluyor ki bu anları yaşamdan çalınan anlar olarak düşünmeye başlıyorum. Kökten kentsel bir çözümü beklerken, trafik sorunu için bulduğum son çözümlerden birisi “sesli kitaplar”. Bugünlerde Amerikan iş yaşamının efsane yöneticilerinden olan, Ford ve Chrysler’de CEO’luk yapan Lee Iacocca’nın 2007 yılında yazdığı “Bütün O liderler Nereye Gitti?” adlı kitabını dinliyorum.

İstanbul , dünyada iki kıta üzerine kurulmuş olan tek şehir. Fotoğraf Reuters'den Osman Orsal'a ait.

82 yaşındaki Iacocca, kitabını kendi okuyor. Kitap, Amerikan iş yaşamı, mevcut  Amerikan politikaları ve liderlik üzerine yazılmış Iacocca’nın kendi gerçek deneyimleri üzerine kurguladığı bir manifesto ancak beni en çok etkileyen bölümü emekliliğine dair anlattıkları. Başarılarla dolu kariyerinin ardından, emeklilik kendi deyimiyle tam bir fiyasko oluyor Iacocca için. Emekli olduktan sonra tüm yaşamını geçirdiği otomobil endüstrisinin kalbi Detroit’ten onun için bir anlam ifade etmeyen Los Angeles’a taşınıyor, lüks bir semtte pahalı bir ev alıp dekore ediyor, Amerikalı iş adamları arasındaki en popüler spor olan golf dahil herşeyi deniyor ama o, onu sabahları erkenden uyandıracak, heyecanla güne başlamasını sağlayacak güçteki tek şeyin “iş” diğer bir deyişle “çalışmak ve üretmek” olduğunu farketmekte gecikmiyor. Lee Iacocca yaşamı üç safhaya ayırıyor:

1. Öğrenmek (learning)
2. Para kazanmak (earning)
3. Geri vermek (returning)

Iacocca’ya göre emeklilik “geri verme zamanı” ve emekli olup hala anlamlı bir hayat sürmek böyle bir erdeme sahip olmakla mümkün. Bunun için yapmanız gereken sizin için anlamı olan birşey bulmanız ve bunun “sahici” bir şey olması. Kendisinin ve emekli olan birçok arkadaşının en büyük korkusu “yaşamlarının artık kayda değer olmaması” ve bu korkuyu yenmek Iacocca’ya göre öğrendiklerinizi ve kazandıklarınızı topluma geri verebilmekle mümkün. Iacocca yaşamı boyunca aldığını, vakıflar kurarak, yardım işlerinde çalışarak ve kitaplar yazarak topluma geri vermekte.

Anlamlı bir yaşam sürme isteği insanın doğasında bulunan bir ihtiyaç. Daha mutlu, sağlıklı ve uzun bir yaşamın yolu çalışmaktan, üretmekten ve paylaşmaktan geçiyor. Yaşamın hangi safhasında olursanız olun, payınıza düşen rol ne olursa olsun yaşamınızı anlamlı kılacak birşeyler mutlaka var, yeter ki siz isteyin.

Kanyon'daki Remzi Kitabevi'nde Türkçe ve İngilizce geniş bir sesli kitap seçeneği var. Bir sonraki sesli kitabımı seçtim; Malcolm Gladwell'den "Blink".

 

Daha fazlasını okumak isterseniz önerilerim:

http://leeiacocca.blogspot.com/

http://www.gladwell.com/blink/